Urfa’nın Suruç ilçesindeki Amara Kültür Merkezi’nde 20 Temmuz 2015’te Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerine IŞİD’in yapmış olduğu canlı bomba saldırısının üzerinden 5 yıl geçti. 58 ay demek bu.
2015’te Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gençler Kobanêli çocuklarla dayanışma amacıyla oyuncak kampanyası başlatmıştı. Amara Kültür Merkezi’ne gelen gençler basın açıklaması yaptıkları sırada canlı bomba saldırısına uğradı. İntihar bombacısı Abdurrahman Alagöz’ün patlattığı bomba ile 33 genç katledildi, 104 kişi yaralandı.
Davanın ilk duruşması 9 Mayıs 2017’de Hilvan’da görüldü. Suruç Katliamı davasının 14. duruşması bugün (20 Mayıs’ta) Hilvan’da görülecekti ancak virüs nedeniyle kapalı olarak yapılacak duruşmaya müşteki avukatlarının alınmayacağı duyuruldu. Müşteki avukatları salgın nedeniyle bunun anlaşılabilir olduğunu söyleseler de avukatların duruşmada hazır bulunmasını engelleyecek derecede tedbir alınmasına karşı açıklama yaptılar. Şunu da eklemek gerek. Bugüne kadar halihazırda yargılamada herhangi bir aşama kaydedilmedi.
Katliamdan sorumlu faillerin üçü ölü, ikisi firar. Abdurrahman Alagöz katliamın canlı bombacısıydı. Diğer failler Ankara Garı’ndaki saldırıyı organize eden ve Gaziantep’teki bir hücre evi baskınında kendilerini patlatarak öldüren Yunus Durmaz ve Halil İbrahim Durgun. Firari sanıklar ise Deniz Büyükçelebi ve İlhami Bali. Faillerden biri ise 10 Ekim Ankara Tren Garı davası sanıklarından Yakup Şahin.
Can Tombul.
‘SANIK BUGÜNE KADAR SEGBİS’LE DİNLENDİ’
Ankara Katliamı planlayıcılarından biri olan Yakup Şahin, Suruç Katliamı’nın tek tutuklu sanığı. Suruç için Adalet Platformu’ndan avukat Can Tombul, “Dosyada tek tutuklu sanık var. Sanık aynı zamanda Ankara Katliamı davasında da ağırlaştırılmış müebbet aldı. Mevcut sanığın mahkemede sorgusunun yapılmasını her duruşmada talep ediyoruz. Şimdiye kadar kabul edilmedi. SEGBİS’le dinlendi. Sorulan sorulara dahi doğru düzgün cevap vermedi. Kendisini dahi savunmadı” diyerek anlatıyor.
‘DİĞER İSİM HAKKINDA BİLGİMİZ YOK’
Avukat Can Tombul zikredilen failler dışında bir isimden daha söz ediyor: Abdullah Ömer Arslan. Katliam sonrasında oradaki insanlar tarafından yakalanan sonrasında gözaltına alınan kişinin kısa bir zaman sonra serbest bırakıldığını ifade ediyor:
“Mahkemedeki tanık anlatımlarına göre çantasında siyah bayrak bulunan bu kişinin, canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz’ü Suruç’a getirdiği ve katliam anında Amara Kültür Merkezi önünden motosikletle geçerek bir el işareti ile katliamın gerçekleşmesi talimatını verdiği belirtilmişti. Bunun üzerine bu kişi ilk başta tanık olarak dinlenildi. Sorgusunda başka bir yerde görevli imam olduğu anlaşıldı, ancak o gün o saatte neden Suruç’ta olduğunu dahi açıklayamadı. Buna rağmen mahkeme ilk başta bu kişi hakkında herhangi bir işlem yapmadı. İki duruşma sonra Emniyet’ten gelen yazıda, bu kişinin Suriye ile telefon görüşmeleri yaptığının tespit edilmesi üzerine mahkeme bu kişi hakkında suç duyurusunda bulundu. Şu an ayrı bir soruşturma açıldı, ancak yakın zamana kadar herhangi bir yakalama-tutuklama kararı verilmedi. Ve hâlen dava dahi açılmadı.”
“Genel gidiş bir an önce dosyayı kapatma şeklinde gözüküyor” diyor Tombul: “Firari sanıklar Deniz Büyükçelebi ve İlhami Bali için dosya ayrılır. Mevcut tutuklu sanık için ceza verilip dosyanın kapatılması şeklinde bir gidişat gözüküyor.”
‘O GÖRÜNTÜLER YA YOK EDİLMİŞ YA GÖNDERİLMİYOR’
Mahkeme 13 celse boyunca katliam öncesi ve sonrasına ilişkin görüntülerin tamamını dosyaya getirtemedi. Şöyle anlatıyor Tombul: “Suruçta’ki MOBESE görüntüleri gönderildi. O görüntüler de eksik ama o haliyle kriminal laboratuvara gönderdi mahkeme. Katliamdan sonraki 5 saatlik görüntü zaten yok. Niye yok? Biz bunun basit bir ihmal olabileceğini düşünmüyoruz. Bir şekilde o görüntüler ya yok yok edilmiş ya gönderilmiyor.”
‘DURUŞMA URFA’YA BiR SAATLİK UZAKLIKTA, CEZAEVİ KAMPÜSÜNÜN İÇİNDE’
Tombul’a son olarak kamuoyunun ilgisini soruyorum: “Duruşma Urfa’da bile değil. Urfa’ya bir saat uzaklıkta Hilvan’da cezaevi kampüsünün içinde görülüyor. Dosyada taraf olan aileler ve yaralılar dışında izleyici çoğu zaman alınmıyor. Duruşma giriş çıkışında basın açıklaması yapılamıyor. Şimdiye kadar katılım oldu ama duruşma uzadıkça, beklenti azaldıkça azar azar da olsa kamuoyunun ilgisi tabi ki de azalabilir.”
Çağla Seven.
Katliamdan sonra hafızalarda kalan pek çok fotoğraftan biri, yerde yatan iki yaralı kadının el ele tutuştuğu kareydi. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitiren, zorunlu hizmetini Kocaeli’nde yapan, Marmara Üniversitesi Pendik Araştırma ve Eğitim Hastanesi çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığını kazanan Dr. Çağla Seven’di biri.
‘DİNMEYEN AĞRILAR, BİTMEYEN GERÇEKLİK, KÂBUS GİBİ’
Çağla’yla telefonla konuşuyoruz. İşten yeni gelmiş. Sağlık çalışanı olmasından kaynaklı evde olan annesini düşündüğü için hotelde kalıyor. En az bir avukat kadar her bir detaya hâkim. Katliam sonrası hatırlamadığı dakikalar var. Kısım kısım hatırladıklarını anlatıyor. Hemen her duruşmaya gidiyor. Katliamla ilgili notlar tutmuş. “Belki bir işe yarar” diyor. 30’un üzerinde ameliyat geçirmiş. Hala da onu bekleyen ameliyatlar olduğunu söylüyor. “Dinmeyen ağrılar, bitmeyen gerçeklik” diyor konuşmasının bir yerinde. Yaşadıkları hemen herkesin katlanacağı türden şeyler değil fakat serinkanlı anlatımına eşlik eden sebâtkar tavrı konuşmamıza imkân sağlıyor.
Kimi zaman nöbetten sonra kimi ameliyat sonrası uykusuz şekilde, kendini zorlayarak gittiği duruşmalarda yaşatılanları ve halen süren tedavisini anlatıyor:
Bacaklarımdaki kaslarımı kaybettim büyük oranda. Pek çok hasar duruyor. Dizlerim bükülmüyor. Ortez kullanarak yürüyebiliyorum. Şu anda da işten geldim. Damar bypası olduğu için ayağımı uzatmam gerekiyor. Şişiyor çünkü. Sağlık sorunları bitmiyor yani. İyileşme gibi bir durum olmayacak ama en azından minimale indirmek için 30’un üzerinde ameliyat oldum. Hala olmam gereken ameliyatlar var. Son ameliyatımda bir enfeksiyon sorunu yaşadık. Tamamlanamadı. Hem beden olarak hem psikolojik olarak etkisi devam ediyor. Suruç katliamı kamuoyunda geri plana düşüyor gibi olsa da bizim için aynı ertesi gün gibi yakıcılıkta.
‘BOŞ SANIK SANDALYELERİNDE AVUKATLARIMIZLA KONUŞUYORUZ’
Davanın seyri nasıl etkiliyor?
Duruşmaların verdiği can sıkıntısı… Geçen yılki anmada gözaltına alınmıştım. Görüntüler izlenip onunla ilgili tekrar dava açılmış. İnanır mısınız? Katliam sonrası görüntüler halen kayıp. 5 yıl geçti. Yaralı bir arkadaşımız mahkemede şöyle söylemişti: Vasat bir polisiye dizide bile olay olduktan bir kaç saat sonra kamera görüntülerine ulaşılır. Nasıl siz kamera görüntülerini toplayamıyorsunuz? Acıyı onarmaktan ziyade yeni can sıkıntıları ekleniyor maalesef… Birbirimize destek olmaya çalışıyoruz ama hiçbir şey olması gerektiği gibi ilerlemiyor. Sistematik bir şekilde üstü örtülmeye çalışılan davadan bahsediyoruz. Oralara gitmek bile bizim için travmatik oluyor işin açıkcası. Kaç yüz kilometre öteye üç ayda bir gidiyoruz. Çoğu insan için uçak bileti almak mümkün değil. Günler öncesinden otobüsle gidiliyor. Oraya nasıl alındığımızı anlatmıyorum bile. Bir cezaevi kampüsünün içinde kameralar, silahlar, her duruşma öncesi keyfi alınan kararlar… Duruşma başlamadan hepimizin sinirleri bozulmuş oluyor.
Sanık sandalyeleri bomboş. Boş sanık sandalyelerinde avukatlarımızla konuşuyoruz. Tek sanık var. Yakup Şahin. O da ekrandan bağlanıyor. (SEGBİS aracılılığıyla) Zaten bir iddianame ki akıllara ziyan. Neredeyse ölenleri katliamdan sorumlu tutuyor. Bizim lehimize binbir çaba sonucu azıcık olumlu karar çıksa bir sonraki mahkemede heyet değişmiş oluyor.
Her duruşma Türkiye’de mi Suriye’de mi olduğu belirsiz olan insanlar hakkında tekrar tekrar yakalama kararı çıkıyor. Canlı bombacıyı Suruç’a motorsikletle getiren kişiyle ilgili 14. duruşmaya gelmişiz hala bir şey yapılmamış.
‘DAHA DA ÜZMEK DIŞINDA BİR ŞEY YAŞANMIYOR DURUŞMALARDA’
Abdullah Ömer Arslan’dan bahsediyorsun sanırım.
Evet. Tek bir duruşmada onun artık tanık olarak değil sanık olarak dinlenmesi için karar çıktı. Üç duruşma geçti. Bunla ilgili hiçbir şey yapılmadı. Bu kişi aslında Halfeti’de imam. Mahkemede ikindi namazı saatinin ne zaman olduğunu bile bilmeyen birinden bahsediyoruz. Belki imam bile değil. Mahkeme kayıtlarında var bu. Her nedense Bilecik’te arkadaşını görmeye gittiğini söyledi mahkemede. Haritadan bir bakın. Bu iki yol arasında Suruç’un alakası yok. Katliamdan sonra fotoğraflar çekiyor. Şüpheli olduğu için halk tarafından yakalanıyor ve linç edilme ihtimaline karşın kolluk tarafından Amara Kültür Merkezi’nde sakalı kesiliyor. Bu kişi bir daha Halfeti’ye çalıştığı yere bir daha hiç dönmüyor. Evini bile taşımaya gitmiyor. Ankara’da Diyanet tarafından istihdam ediliyor. Yaşamın olağan akışına tamamen aykırı şeylerden bahsediyoruz. Onunla ilgili bilgilerin de dosyaya girmesini istedik. Dosyada bombacının Suruç’a motorsikletle geldiği/getirildiği bilgisi de var. Biz can çekişirken bize yardım etmeyen polis bu kişi linç edilmesin diye sakalını kesiyor. Madem şüpheli bir kişi yakalandı. Emniyet’e kadar götürüldü neden ifadesi alınmadı? Resmi evrak düzenlemedi? Bu kişinin motorsikleti daha sonra bulunuyor. Kendisi telefonla emniyette görevli bir polise vekalet veriyor ve motorsikleti sattırıyor. Bu nasıl bir ilişki ağıdır? Noterlik kayıtlarından hangi polise vekalet verildiği öğrenilsin dedik. Türkiye’nin en büyük kanlı katliamlarından bir tanesinde çok basit bir şey öğrenilmiyor yani. İnanamazsınız! İnsanları daha da üzmek, daha da çıldırtmak dışında bir şey yaşanmıyor dedim ya… Bunları kast ediyorum.
‘HAYATIMIZIN HER ANINI DEĞİŞTİRMİŞ BİR ŞEYDEN BAHSEDİYORUZ’
Bütün bunlar yormuyor mu?
Çok yorucu. Gerçekten iyileşmeyi çok komplike hala getiren şeyler bunlar. Acıyı daha da kanatan… Ne gidişimiz aynı oluyor, ne dönüşümüz. Benim fark ediliyor ordan döndükten sonraki halim ama bu adalet talebini duyurmaya, dillendirmeye mecburuz yani başka da yolumuz yok. Mesela şu korona günlerinde duruşma olmayacak olsa bile sizler arıyorsunuz. Bizlerin yaşananları yorulmadan, vazgeçmeden anlatması çok önemli ama bir yandan çok yorucu ve travmatik bir süreç dava süreci.
Şimdi ne yapıyorsun? Hayatında ne değişti katliamdan sonra?
Pendik Araştırma ve Eğitim Hastanesi’ne uzmanlık öğrencisi olarak 2015 Nisan’da yerleşmiştim. Normal şartlar altında 2019 Nisan’da benim uzman hekim olmam gerekiyordu. Ben zaten 1 seneyi hastanede geçirdim. Başladıktan sonra uzun bir süre nöbet tutamadım. Çünkü koltuk değnekleriyle hareket edebiliyordum, sürekli ameliyat oluyordum… Hala bitiremiyorum bu nedenlerden dolayı ama tabi baktığınızda Suruç’la ilişkilendirilmiş herkes işlerinden atıldığı, hatta sanık oldukları için benim bu kaybım bile dile getirilecek bir şey olmayabiliyor yani. Düşünün bu olaydan sonra insan kendini nasıl mesleğine verir, toparlanır? Birincil işi eğitim olabilir? Çok öyle olamadı açıkcası.
Sağlıkçıyım annem var evde diye hotelde kalıyorum. Neticede ayakkabılarımız kirleniyor. Benim ortezime uygun ayakkabı bulmam çok zor. Bir tane kenara ayırdığım ayakkabım vardı. Çok acıtıyordu ama bunu mu giysem dedim. Onu giydim ve çok kötü ayak ağrıları çektim bugün. Eve gidip değiştirmem gerekti. Bu çok basit geliyor kulağa ama hayatımızın her anını değiştirmiş bir şeyden bahsediyoruz.
Kulağa da basit gelmiyor… Katliamdan sonra el ele yerde birlikte yattığınız Gökçe Çetin’le tanışıyor muydunuz? O nasıl?
Tanışmıyorduk. Otobüste önlü arkalı oturuyorduk, yolda tanışmıştık. Herkesin hayatı hiçbir zaman eskiye dönmeyecek şekilde değişti. Onun da öyle.
‘YANIMDAKİ CİSMİN YANIK BEDEN OLUP OLMADIĞINI AYIRT ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİ’
O anları soracağım. Zor olmayacaksa.
Bunu sorarak, ekstra bir yük yüklemiyorsunuz, merak etmeyin. Biz zaten her gün belki de her an unutmanın mümkün olmadığı bu yaşanmışlıkla nefes almak zorundayız. Bir haber görüyoruz ya da o olayla ilişkili birini görüyoruz Facebook’ta. Annesini kaybetmiş, kardeşini kaybetmiş. Bununla ilgili düşünemediğimiz tek bir gün olsa keşke… İlk anı çok net hatırlamıyorum. O korkunç gürültüyü hatırlıyorum. Sonrası kesik kesik hafızamda. Bir arkadaşın bağırarak camları kırdığını görünce biraz kendime gelir gibi oldum sanırım. Hatta niye bize yardım etmeyip camları kırıyor diye düşündüm. Oysaki zaten bir süre geçmiş ve insanlar bizi hastaneye götürmek için uğraşmışlar. Yol kapanmış, gaz bombası atılmış. O arkadaş insanlar can çekişirken hiçbir şey yapamadıkları için sinir krizi geçirmiş.
Gökçe yanımdaydı. Açık renk bir pantolonu vardı. Çığlık çığlığa bağırıyordu. Kanlar içindeydi zaten. Ya o sıradaki şoktan ya da karnıma saplanmış bilyelerden dolayı nefes alamadığım için konuşamıyordum. Biraz ona sokulup, elini tuttum. Sonra yardım çağırmak için elimi kaldırdım ama yani cehennemin ortasındaydık zaten. Yanımdaki cismin yanık beden olup olmadığını ayırdetmek bile mümkün degildi… Triyaj yapabilecek, yaralıları, ölenleri aciliyet sırasına göre doğru bir şekilde ayırt edebilecek sağlık görevlisi de yoktu. Belki bu nedenle ölen, Güneş (Erzurumluoğlu) gibi felç kalan arkadaşımız var.
Şok yaşadığımı, bayıldığımı, aslında yaralanmadığımı düşünmüşler, bir ağaca yaslamışlar. Tabiki 100 küsür bilye bedenine isabet etmiş bir insan olarak kan kaybediyorum. Beni hastaneye koltuğa oturtarak taşımışlar örneğin. Sonra zaten Suruç Devlet Hastanesi’nde açtım gözümü. Başhekim yardımcısını tanıyordum. Bir kaç saat önce yanına çay içmeye gitmiştik ve birkaç saat sonra bu şekilde paramparça getirildik. Onun yüzünde korkuyu, inanamama halini gördüm. Damar yolumu açtırmak, kan grubunu yazdırmak için birilerine seslendim ama yetişilemiyordu tabi yaralılara. Sadece ölüleri ayırıp, geri kalanları müdahale etmeye çalışıyordu insanlar. Az buçuk bilincim gidip geliyor diye iyi sanılıyordum. Ta ki işte bacağımda atardamarıma saplanan bilyelerden dolayı bacağım böyle fışkırarak kanamaya başlayana kadar. Sonra bir şekil turnike yapılıp, kanamalarım durdurulup, kırıklarım az buçuk stabilize edilip ambulansa alınmışım. Ambulansta tekrar açtım gözümü. Sonra bir de asansörde açtım. Orda zaten karnımda defans var, karnımı açın, ben de hekimim demişim. Sonra bu süreç başladı. Uçak ambulans ve aylarca tedavi süreci, dinmeyen ağrılar, bitmeyen gerçeklik, kâbus gibi… Hala da o kâbusun devamı gibi aslında. Her birimiz için öyle…
‘ADALETTEN VAZGEÇMEK, İYİLEŞMEMEK DEMEK BİZİM İÇİN’
Her duruşmaya gidiyorsun tüm bunlara rağmen…
Evet. Her duruşmaya gitmeye çalışıyorum. Ameliyat ertesi, nöbet ertesi, bazen uykusuz… Mahkemede bu olay nasıl oldu diye doğru düzgün sormadılar bile. İpin ucu bir yere varamıyor. Sanki canlı bomba bir anda orda mantar gibi bitmiş hani yani bir doğal afet gibi… Amara’nın bahçesine bilinmez bir yerden göktaşı düşmüş gibi davranmaya çalışıyorlar ama öğreniyoruz ki 2016’da Mart ayında Milli İstihbarat Teşkilatıyla, IŞİD üst düzey görevlileri Ankara’da beş yıldızlı bir otelde gizli bir şekilde görüşüyor. Yani bütün bu katliamlar olmuş. Amed olmuş, Suruç olmuş, 10 Ekim olmuş. Türkiye, IŞİD eliyle kan gölüne çevrilmiş. Ortalama aklı olan bir insan tabiki de bunların ne demek olduğunu biliyor ama adaletten vazgeçmek, iyileşmemek demek bizim için. Oraya gidip tarihe not düşmek zorundayız.
En az bir avukat kadar hakimsin tüm yargı sürecine…
Herkes travmatik deneyimini farklı yaşıyor Bazıları hiç duymak istemiyor süreçle ilgili bir şey. Benim de bıktığım anlar oluyor. Bazen notlarımı karıştırıyorum, birileri sorduğunda doğru bilgi vermek için… Belki bir şeye faydası olur diye.
Gazete Duvar