Pamela Druckerman
Çin’deki korona virüsü salgını hakkında okuduğum ilk şeylerden biri boşanmalardı: Karantinadan çıktığı söylenen birçok çift artık birbirlerine tahammül edemiyordu.
Bölgesel kayıt ofislerinde çalışan birkaç katiple yapılan görüşmelere dayanan bu haberler uydurma ya da en iyi ihtimalle abartılmış hikayelere dayalı gibi görünüyordu (Anlaşıldığı kadarıyla, Çin hükümeti ulusal boşanma istatistiklerini yalnızca yılda bir kez yayınlıyor). Ayrıca bu haberlerdeki açıklamalar sınırlıydı. Ayrılıklar aile içi şiddet gibi ciddi bir sebepten mi yoksa sıradan sürtüşmelerin birikmesinden mi kaynaklanıyordu? Belki de karantina uygulamalarından önce boşanmak isteyen çiftler birikmişti.
TECRİDİN GETİRDİĞİ BELİRSİZLİK
Diğer yandan, virüs Avrupa ve ABD’ye yayıldıkça -ve biz de bu sırada Paris’teki bir evde karantinadaydık- Çin’deki bu boşanmalar birden bire bir uyarı işareti gibi görünmeye başladı. Fransız hükümetinin keyif kaçırıcı biçimde ‘aile birimi’ dediği şey ile haftalar ya da aylar boyunca bir eve tıkılıp kaldığımızda acaba neler olurdu? Sosyal mesafe kuralları gereğince herkesten uzak olmamız bizi eşlerimize daha yakın hissettirecek miydi?: Hafta içinde birlikte şarap içmek ve ev yapımı yemekler yemek bizlere yeni bir bağ kurma şansı verir miydi? Yoksa hepimiz ‘cehennem başkalarıdır’ şeklindeki varoluşçu dramımızda rol almak mı üzereydik? Hapsedilme, benimki de dahil olmak üzere, sıradan evliliklerde küçük kırıkları büyütür müydü?
Umutlu olmak için sebeplerim vardı. Normal şartlar altında dahi evlilik zaten bir tür karantinadır: Birlikte yaşamalı, aynı yemekleri yemeli ve aynı yatakta uyumalısınız.
Eşim ve ben, ikimiz de genellikle evden çalışan gazetecileriz. Teröristler, Trump ya da üç çocuğumuz gibi ortak bir hasımla karşı karşıya kaldığımızda, bir çift olarak gelişme eğilimi gösteriyoruz. Paris’te yaşayan yabancılar olarak -ben Amerikalıyım, eşim bir İngiliz- Fransız vergi beyannameleri, okul toplantıları ve somurtkan komşulara karşı gücümüzü birleştiriyoruz.
İlk etapta pandemi de onunla evlenme kararımı doğruladı. Holokost hakkında kitaplar okuyarak ve yeni bir felaketin ortaya çıkmasını bekleyerek büyüdüm. Yirmili ve otuzlu yaşlarımın başında birileriyle çıkarken, romantik bir partnere dair -mizah anlayışından sonraki- en önemli kriterim, krizleri önceden fark etmeme ve bizi ve gelecekteki çocuklarımızı bu krizlerden çıkarmama yardım etme yeteneğinin olmasıydı. Geleceğe ilişkin tüm korkunç ihtimalleri hayal etmekte başarılıydım ama hangilerinin en olası olduğunu tahmin etmekte pek iyi değildim.
Şimdi haklı olduğum ortaya çıktı: Fransız hükümeti ülkeyi kapatmadan ve hepimizi içeri gütmeden bir hafta önce, -evimizi geçindirmek için haber analizleri yapan- eşim, kızımızın pijama partisini iptal etmemiz ve tüm sosyal buluşmaları geri çevirmemiz konusunda ısrar etti. Yaklaşmakta olan tehlikeyi görmüştü.
Başlangıçta, salgını garip bir şekilde sakinleştirici buldum. Artık tek başıma oturup yine hangi korkunç şeyin olabileceğini merak etmek zorunda değildim; insanlar büyük bir endişeye, korona virüsünün etkisine kapılıp gitmişlerdi ve herkes bu konuda kaygı duyuyordu. Ve şahsen şanslı olduğumun farkındayım; zira aile içi şiddet konusunda endişelenmem gerekmiyor.
GÜNDELİK ZORLUKLARLA YÜZLEŞME
Buna karşın, evde sadece bir haftalık karantina sonrasında, kocamın analiz becerilerine duyduğum hayranlık, neredeyse hiçbir el becerisine sahip olmaması nedeniyle, yerini hayal kırıklığına bıraktı. Bir salgının gelişini tahmin edebilse de bir konserve açacağını kullanmayı veya tıkanmış bir lavaboyu açmayı beceremiyordu.
Birçok orta sınıf çift gelirli aile gibi biz de bu sorunu haftada bir eve temizlikçi çağırarak ve hiç bitmeyen bir tesisatçı, elektrikçi ve tamirci (burada, bu işçileri ‘hommes à tout faire’ [her işi yapan adam/ç.n.] diye adlandırıyorlar) çağırarak çözdük.
Karantinadayken, bir şekilde tüm bunları kendimiz yapmak zorundayız. Tüm ailem için Marksist ‘herkesten yeteneğine göre’ ilkesine dayanan gevşek bir zorunlu ev işleri çizelgesi hazırlıyorum. Ne var ki eşim, ev işlerini tamamlama çabalarına bir takım pasif-agresif retorik soruyla yanıt verdiğimi söylüyor: “Nasıl bir insan oturma odasının ortasında bir süpürge bırakır?” “Kim aynaya çamaşır suyu sıkar ki?”
Her zamanki kaygı halimin salgın esnasında ortadan kalkmadığını fark ettim; yalnızca şekli değişmişti. Paris bölgesindeki Covid-19’dan ölüm oranı ne kadar yüksekse, eşime da o kadar çok şuna benzer sorular soruyorum: “Bir kızartma tavasının gerçekten de üç gün boyunca ıslak kalması gerekiyor mu?”
Eşim, bununla baş edebilmek için bir Rus tekniğinden faydalanıyor: İç sürgün. O, karantinayı, Barselona futbol takımıyla ilgili henüz bitirmediği kitabını yazabilmek amacıyla köşesine çekilebileceği bir fırsat gibi görüyor. Gün boyunca yatak odamızda kaldıktan sonra akşam yedide ortaya çıkıyor ve Lionel Messi’yle ilgili bir bölümü bitirdiğini hepimize duyuruyor.
Tüm bu uğraşlar çok büyük miktarda et gerektiriyor gibi görünüyor. Oysa karantina başlamadan önce, gezegeni kurtarmak bundan vazgeçmiştik. Şimdiyse, süpermarkete gitmeden önce bana üzerinde ‘tavuk, kuzu eti, hamburger’ yazdığı bir kağıt veriyor.
Onun üstün konsantrasyon gücünü kıskanıyorum. Koruyucu donanımla yiyecek alışverişi ve evimizin vahşi doğaya dönmesini engelleme çabalarım sırasında, neredeyse hiç çalışamadım. Nihayetinde yazmaya başladığım sırada, birisi diş tellerinde çok fazla kayma olmasından endişe ettiğini söylemek ya da en korkunç soruyu dile getirmek için odaya dalıveriyor: Ee, ne yiyeceğiz?
HAYALET KOCALAR DURUMU ZORLAŞTIRIRKEN
Tabii ki, ailemiz Ortaçağ’a ait toplumsal cinsiyet rollerine gerilerken tek başına değil. Geri dönüp Çin’deki boşanmalar hakkında yazılan makalelerden bazılarını okuduğumda, alıntı yapılan eşlerin yinelenen bir şikâyetleri olduğunu fark ettim: Karantina sırasında, kocaları TV izlemekle meşguldüler. Wuhan’daki o kadın, evde tek başına çocukları ve kayınpederine bakmak zorunda kalacağı bir kapana kısılmıştı; zira karantina başladığında kocası başka bir şehirde çalışmaktaydı. Bardağı taşıran son damlanın, telefonda şikâyet ettiği zaman kocasının onu dinlememesi olduğunu söylüyordu.
Çevremizdeki sorunlar, çocuklar ne kadar küçükse o kadar yoğunlaşıyor gibi görünüyor. İki yaşında çocuğu olan bir arkadaş Zoom üzerinde sohbet ederken, o ve eşi hakkında “Hep birlikte vakit geçireceğimiz için mutlu olmaktan, boşanmaya karar verdiğimiz için acınacak hale geçiş yaptık ve şimdi boşanacağımız için bundan dolayı mutluluk duyuyoruz” diyerek şaka yaptı.
Çoğu insan açısından karantinanın yarattığı büyük şok, eşleri korkunç olduğu için değil ama (okulların, psikiyatrların, iş gezilerinin, arkadaşlarla birlikte vakit geçirmenin ve arada bir yabancılarla flört etmenin yokluğunda) bazı şeylerin eksikliğinin bariz biçimde hissedilmesi nedeniyle yaşanıyor. Şu anda, eğer evinizde elektrikli matkap kullanmak, saç kesmek ya da matematik öğretmek gibi bir şey yapabilecek birisi yoksa, bunlar gerçekleşmiyor. Film izlerken gösterdiğimiz sabır ve beğeni seviyemizin karışımı, aniden yaşam deneyimlerimizin sınırlarını temsil eder hale geldi.
Londra’dan bir arkadaş, telefonda dalga geçerek “Kimse evlilik işine a’dan z’ye her şey için kocasına bel bağlamak zorunda olmak için girmedi” diyor.
SALGIN, KİŞİLİĞİMİZİ DEĞİŞTİRDİ
Bununla birlikte, eşimin benim çizdiğim sınırlardan bıkıp usandığını da görebiliyorum. Şu anda benimle ilgili yalnızca iki duygusal ayarı mevcut: Rahatsızlık ve bazen de şehvet. Bu, aslında onun doğal hali değil. Göründüğü kadarıyla tanıdığım herkesin yeni bir ‘pandemik kişiliği’ var. Eskiden durmaksızın şikâyet eden bir arkadaş şimdi çok keyifli; yürekli bir yabancı muhabir bu günlerde aniden evini terk etmekten korkar hale geldi. Şahsen, pandemik kişiliğimle pek gurur duymuyorum. Çünkü, erkeklerin Covid-19’dan ölme ihtimalinin kadınlardan daha yüksek olduğunu öğrendiğimde içten içe rahatladım; ayrıca, tedarik zincirlerinin çökme olasılığına karşı haftalar önce depoladığım ürünlerin hâlâ süpermarket raflarında olduğunu görmek moralimi bozuyor.
Ortaokul çağındaki çocuklarımız da birer pandemi kişiliği geliştirdiler: Belki de Marksist görev çizelgem nedeniyle, “Biz çalışıyormuş gibi yapalım, sen de bize maaş veriyormuş gibi yaparsın” sloganıyla yaşayan Sovyet dönemi işçilerine dönüştüler. Tehdit etmedikçe ya da sert çıkmadıkça işlerini yapmıyorlar. Bunun yerine, bütün günlerini ekran karşısında okul için bir ‘araştırma yaptıklarını’ iddia ederek geçiriyorlar.
Tekrarladığımız aile yemeklerimiz keyif verici ama ‘bu kadarı da biraz fazla’. Kocam “Onlarla akşam yemeği yiyorsun ve bu güzel” diyor. “Çok iyi insanlar ve eğlenceli şeyler anlatıyorlar. Ve ertesi akşam bunu tekrar yapıyorsun ve sonra yeniden, yeniden ve kendi kendine ‘Neden? Bunun bize ne katkısı var’ diye düşünüyorsun.”
Evliliğimizde duygusal samimiyetimizin canlanmasına dair umutları kafaya takmadım. Gün boyunca aynı evde olsak bile, karantinadan önceki halimizden daha az konuşuyoruz ve ne zaman konuşmaya başlasam kocam bezmiş gibi görünüyor.
Bir gün öğle yemeğinde eşim bir şeyler okurken, “Uzun süreli romantik bir aşk deneyimi yaşıyorum. Ve sen zar zor üstesinden geliyorsun” dedim. “Bu romantik bir aşk” diyor. “Evlilikte öğrenmek ve büyümek yok. Çünkü bu nasıl bitebilir ki? Ya insanlar boşanır ya da birisi toprağa gömülür. Superbowl kupasını kazanarak bitecek değil.”
Genç kızımız mutfaktan “Uzun süreli romantik aşkın yaklaşık yarım yıl sürdüğünü biliyor musunuz?” diye sesleniyor. “Benim amacım, olan biten şeylere uyum sağlayabilmemiz için sizi makul düzeyde mutlu ve kontrol altında tutmak” diye ekliyor. “Peki ya biz o ‘şey’sek?” diye soruyorum. Kocam ,“Biz o ‘şey’ değiliz. O ‘şey’ benim kitabım” diyor.
YENİDEN İNŞA ETMEK
Karantinada yaklaşık beş hafta geçirdikten sonra, bazı şeyler değişiyor. Bu, geminin battığı filmde ıssız bir adada mahsur kalan adamın yağmur altında ıslanırken kendine acımaktan vazgeçtiği ve kendine şık bir kulübe inşa etmeye başladığı noktaya benziyor.
Karantinanın ortasındayken, bir şekilde, temizlikçimizin ortadan kaybolduğunu, tatil planlarımızı iptal ettiğimizi ve mahallemizdeki parkın kapalı olduğunu düşünmeyi bıraktık. Çocuklarımız, onları uyarmamıza gerek kalmadan uyanmaya ve derslerini çalışmaya başladılar. Kocam itiraz etmeden ev işlerinin büyük kısmını yapıyor: O, pazar öğleden sonraları çocuklara çılgıncasına ayrıntılı bir temizlik faaliyetinde yol gösterirken, ben yazılarımla ilgileniyorum. Ve hayatımızın zihinsel ölçüleri de koşullara uyacak biçimde küçüldü. Şu anda, yatak odasında çalışırken bile, sanki ofisteymiş gibi hissediyor.
Karantina öncesindeki hayatım elbette ayrıcalıklıydı. Fakat şimdi görüyorum ki, dur durak bilmeyen çalışma saatlerim kendi karantinalarımdı ve beni masamda mutsuz bir şekilde haftalarımı, bazen de aylarımı harcamaya zorluyordu. Artık yedi dakikalık egzersizler için ara vermek zorunda değilim; evdekilerin fiziksel istekleri günümün bir parçası haline geldi.
Ve gittikçe büyüyen yeni beceriler listem bana güç veriyor. Elektrikli bir matkabın nasıl kullanılacağıyla ilgili YouTube videoları izliyorum (bu işlerin tamamının kadınlarca gerçekleştirildiği videolar mevcut). Sadece birkaç günde yatak odamın duvarına kocaman, duvara asılmış bir kitaplık kurdum ve dairemizin her yerine ömür boyu yetecek kadar kanca yerleştirdim. Eskiden kıyafet alışverişi için kullandığım yerde şimdi bakır tencereleri temizliyorum ve yatağımın altını temizlemenin keyfi artık bana heyecan veriyor.
Ve her nasılsa, kocam ve ben, aslında hiç tartışmadan öğrendik ve büyüdük. Şimdi, bazı akşamlar sohbetleri o başlatıyor. Bir gece yatmadan önce, kendiliğinden “Duyguların konusunda hiçbir zaman konuşmadığımız için kendimi kötü hissediyorum” deyiverdi. “Bu anın normal zamanlardan ne farkı var?” diye sordum. “Bugünlerde, duygularından bahsetmeden çok daha fazla zaman harcıyoruz” dedi.
Havanın ısınmasıyla birlikte, tüm mahallemiz karantina altında bile rahatlamış gibi görünüyor. Herkes, öğle yemeğini çok düzenli bir şekilde saat birde yiyor. İki yaşında çocuğu olan arkadaşım, kendisinin ve eşinin de bir miktar dengeye kavuştuğunu söylüyor; “Komik olan şu ki, bu durum kesinlikle bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı” diyor. “Yine de karantina bittiğinde yapmak istediğimiz ilk şey, birbirimizi görmemek olacak.”
Eşim, şimdi salgın sonrasında yaşamın neye benzeyeceğini düşünmekle meşgul. Karantinadan, onun iki kitabını tamamladıktan sonra çıkmasını, benim de bir ‘femme à tout faire’ (her şeyi tamir eden kadın/ç.n.) olarak çıkacağım fikrini kabullendim.
Buna karşın, tkarantinada doğruca boşanma avukatın giden Wuhanlı kadın gibi olmayacağım. Fransa bu hafta karantina kurallarını gevşetmeye başladığında çocuklarımı diş uzmanına götürdüm. En kısa sürede, güvenli bir hale gelir gelmez temizlikçimiz de tekrar işe dönebilir. Aile birimimin o kadar da kötü olmadığını fark ettim. Bir gün hayat normale döndüğünde, tüm bunları özleyeceğim.
Yazının aslı NY Books sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)
Gazete Duvar